Küçükken saplantılı olduğumuz büyüdüğüm zaman bunları yapacağım duyguları, büyüdüğümüzde de eskiden dut bahçeleri vardı burada, dut yerdik, artık her şey çok değiştiye dönüşmesinin sebebini hala öğrenebilmiş değilim. Bu konuda bana yardımcı olmak isterseniz önerilerinize açığım, gerçi ben de kendi gördüğüm birkaç şeyi bu yazımda yazmaya çalışacağım. Tabi önce müzik.
Teknoloji çok ilerledi insanlardan koptuk:
Hayatımıza internet girdiğinden beri kısa mesajlar yollamaya bayılıyoruz. Şahsen kısa mesaj yollama huyumu değiştirecek değilim. Hatta bu mesajlaşma dilleri saçma gözükse de kısaltmalarla oluşturduğumuz başka bir dil dünyasının kapılarını aralıyoruz. Bu kadar değişikliğin olduğu bu dünyada yeni gelen değişiklikleri yeşeren birer ağaç ve meyveleri gibi değil de, dandirik, kokusu, etkisi olmayan, ısırdığımızda tat vermeyen şeyler olarak niteliyoruz. Sanırım bütün bu tatsız teknolojiye mana bulamamızın tek sebebi, hala anlamlı olan şeyleri yiyebildiğimiz şeylerle doğru orantıladığımız içindir, ne dersiniz? İnsanları bir araya getirmeye çalışan, birbirmizden koptuk yahu diyen insanların; insanlardan uzak, ıssız, sessiz bir yerler arama çabası hala insanlardan kopukluğu göstermiyor mu? O zaman doğal olarak insanların birbiriyle olan yüzyüze etkileşimini kurcalamaya gerek yok. Yeni dönem bu şekilde geliyor ve bunu size tat verecek hale getirmek yeni nesilin elinde.
Doğa ile içiçe değiliz artık her yer beton:
Bu söylemi duyduğumda insanlara kırlarda, bahçelerde ve tarlalarda ne kadar süre yaşadıklarını soruyorum. Çünkü bunları yaşamadan ve bilmeden oturup doğayı bitirdik ya diye hayıflanan insanın şehir hayatında yaşayıp, doğadan bir gün bile nasibini almamış halde buna hayıflanmasını, yırtık dondan çıktılık olarak görüyorum. En nihayetinde Moğolistan’da stepler var, oralara gidip, çadırda bir yaşamayı denemeyi hak ediyorsunuzdur diye de düşünüyorum. Bol bol kımız içer, doğanın verdiğiyle yetinirsiniz. Elektrik yok, su yok, şu zamana kadar alışmış olduğunuz hiçbir şey olmadan yeni bir şeyler öğrenebilmeniz teknolojiyi öğrenmek ve alışmak kadar garip olacaktır. Bence doğayı da biraz rahat bırakalım, hıyarlık etmeye gerek yok.
Eski ve bugün kıyaslamasında en sevdiğim konulardan biri insanların davetkarlığını sorgulamak. Eskiden facebook yoktu, muhtemel dedikodu malzemesi topluyorduk onun bunun evinden, şimdi açıyorum ekranı hop karşımda halam, hop karşımda beşinci kuşaktan kuzenlerim. Bunları edinebildiğim bir ortamda nasıl insanların davetkar olmasını bekleyebilirim ki? Zaten ortalık insan bilgisi kaynıyor. O evlere de ne yapıyorsun, ne ediyorsun, hayatında ne gibi ilerlemeler, gerilemeler oldu, evliliğin iyi gidiyor mu falan gibi eksiksiz ve gereksiz sorulan sorularla bilgi alınmaya çalışılıyorken, neden ihtiyacım olsun birini ziyaret etmeye. Tabii ki davet sayısı bu oranda azalacak, ne bekliyorduk?
Hayatımızda daha yeni ufuklar çizilemediği sürece basitte kalan her şey zaman ekseninde dijitalleşti, buna insan ilişkileri de dahil. Eğer bu dijitalleşme olmasaydı yeni meslek türleri ortaya çıkmayacak, yeni endüstriler açılmayacak ve nüfusu her geçen gün artan bu dünyada zaman sıkıntısı çeken insanların kıvranmalarının ne kadar nizamsız bir ortam oluşturabileceğini görecektik. Zira hali hazırda ölmeyi bekleyen birçok insan Ortadoğu’da zaman sıkıntısıyla başbaşa durumda. Ne kadar az zaman o kadar nizamsız durumlar silsilesi. İşin kısası herkesin bir arada olmasını gerektiren şeylerin içeriği de değişti. Bu değişime anlam bulamıyorsanız güncelleme lazım.
Eskiden bir iş yapardık şu kadar para kaldırırdık şimdi ise yaprak kımıldamıyor:
En sevdiğim diğer konu, parayı nasıl kazanırdık kısmı. Eskiden endüstrilerin yeni yeşermeye başladığı dönemlerde parayı deve yüküyle kazananların, bugünlerde bu kazançlarına özlem duymalarının yegane sebebi, o dönemde endüstri içerisine yeteri kadar yatırım yapmamalarıdır. Adam işine hiçbir yenilik katmadan her sene aynı parayı kazancağını bekleyerek eskiyi yaad ediyor. Gülerler buna, ben de gülerim. Ha bir de, Türkiye’de turistten kazandıklarına önceden sevinenlerin, şu günlerde sinek avlamalarının sebebi de hemen hemen aynı noktaya çıkıyor. Hiç bizim memleketteki iş ahlaksızlığı boyutundan bahsetmeye gerek yok, zaten olanları üç aşağı beş yukarı sizler de biliyorsunuz.
Bizim memleketin dışına da çıkarsak eskiyi yaad edenler, yeniye alışamayanlar, insanlıklarını sorgulayanlar, bunların içerisinde arafta kalanlar her zaman olacaktır. Asıl bunlara sebep veren şey yeni teknolojinin getirdiği zaman kavramını anlayabilmekten geçiyor. Dijital dünyada her şey hızlanıyor, insanların konuşmaları, bir yere yetişmeleri, bir dökümanı iletmeleri , vb. Peki bunların neresindeyiz diye kendinize sorduğunuzda bu oyunu ne kadar hızlı oynayabileceğinizi kestirebiliyor musunuz, yoksa Moğolistan steplerinde kımız içerim daha mı iyi diyorsunuz, sizce hangisi?